Meslek büyüğüm Öcal Önay, önemli olayları, günleri ve tarihten ders çıkarılması, not edilmesi gereken kilometre taşlarını yıllardır yakın çevresine aktarır, bazen de TRT’deki görevi sırasında gittiği yerlerin resimlerini ve ilgili hikâyelerini paylaşır. Son olarak, 13 Ocak Pazartesi günü, 1994 yılı Ocak ayında havada patlayan Türksat 1 A uydusunun fırlatılışı için gittiği Fransız Guyanası’ndaki görevi sırasında ziyaret ettiği Şeytan Adası’nın resimlerini paylaştı. Önay’ın o paylaşımlarında dikkat çektiği husus,13 Ocak 1898 tarihinde, Fransız yazar Emile Zola’nın Cumhurbaşkanı Félix Faure’a, l’Aurore gazetesindeki “j’acusse” “suçluyorum” başlığı ile yayınlanan “Dreyfus Davası” na ilişkin mektubu ile ilgiliydi.
Peki ne idi bu “Dreyfus Davası”?
Bu dava sadece hukukçu, siyasetçi ve gazetecilerin değil herkesin dikkatle okuyup gerekli dersleri çıkarması gereken Fransızların utanç duydukları karanlık bir dönemle ilgilidir. Tarih bazı toplumların manipüle edilip ön yargılı davranışlar sergilemesi sonucu utanç duyduğu dönemlerden söz eder. Bunlardan biri de Fransız toplumunun 19’uncu yüzyılda bir takım kumpasçıların ve dönemin gazetelerinin algı operasyonu öncülüğünde, masum Alfred Dreyfus’ün vatan hainliği suçlamasıyla yargılandığı dönemdir. Dreyfus Davası, ana hatlarıyla masum bir Fransız topçu subayının adaletin siyasete kurban edilmesi sonucu yargılanarak suçlu bulunup müebbet hapis cezasına çarptırılmasıdır.
Konuyu biraz daha açalım; Paris’te Alman Büyükelçiliği’nde hizmetli olarak çalışan bir kadının çöp kovasında bulduğu imzasız bir mektubu merkeze göndermesiyle başlar Dreyfus’ün talihsiz süreci. Fransa Hükümeti’ne ait bazı gizli askeri belgeleri içeren bu mektup, Alman askeri üssüne yazılmıştır. Soruşturmada şüpheler Yahudi asıllı Yüzbaşı Alfred Dreyfus üzerine toplanır. Tek delil, mektuptaki el yazısının Yüzbaşı Dreyfus’ün el yazısına benzerliğidir. Yüzbaşı yazının kendisine ait olmadığını söyle de kimseyi inandıramaz. Fransa’nın III. Cumhuriyet döneminde basının da körüklediği bir Yahudi düşmanlığı (Antisemitism) tırmanırken, ırkçı gazeteler, Dreyfus’ün “suçlu” olduğunu kışkırtıcı ve duyguları körükleyici bir şekilde ilan etmeye başlar. “Paris Birinci Savaş Konseyi” adındaki askeri mahkemede bu belgenin kendisine ait olmadığını söyleyen Drefus’e kimse inanmaz. Fransız adaletinin “bu Yahudi’ye haddini bildirmesi için” (!) gereken her şey hazırlanır. “Yargısız infazın” ardından Dreyfus, 15 Ekim 1894 yılında tutuklanıp Fransız Guyana’sında bulunan Şeytan Adası‘nda müebbet hapis cezasına çarptırılır.
Ancak “gerçek, yürür ve onu hiç bir şey durduramaz”. Bu davada da gerçekler Émile Zola gibi ünlü isimlerin çabalarıyla ortaya çıkar. Fransız Genel Kurmay İstihbarat Birimi’nin başına Yarbay Picquart’ın geçmesinin ardından, Alman askeri ataşesinin çöp kutusunda bulunan yeni bir belgeden yola çıkarak Binbaşı Esterhazy’nin casus olabileceğinden kuşkulanır.Soruşturma sonunda, Esterhazy’nın Alman Elçiliği’ne gidip geldiğini, bir metresi olduğunu, borçları olduğunu öğrenir. Kuşkulunun el yazısını Dreyfus’u mahkum eden belgedeki imza ile karşılaştırır ve gizli dosyadaki evrakın sahte olduğunu anlayınca üstlerini uyarır. Ancak ona kimse kulak asmaz. Hatta General Gonse, ondan, bildiklerini kimseye anlatmamasını ister. Bir Yahudi’nin mahkûm olması önemli değildir ve Picquart sürgüne gönderilip, tehlikeli görevlere atanır. Sürekli tehdit edilen Picquart sonunda bildiklerini Senato başkan yardımcısına iletir, Senato konuyu gündemine alır. İstihbarat biriminin başına Yarbay Picquara’ın geçmesi, Dreyfus Davası’nda Émile Zola’nın davadaki adaletsizliği görüp sahiplenerek konunun üstüne gitmesi dönüm noktası olur.
Dreyfus Davası’nı sahiplenen Émile Zola bu davayı yazdığı romanlarda ve yapıtlarda ele alır. Émile Zola, 1894 yılında yayımlamaya başladığı üçlü roman dizisi Lourdes, Roma ve Paris’te dinci ve ırkçı bağnazlığı ele alır. Mayıs 1896’da Le Figaro’ya yazdığı bir makalede de ırkçılıktan duyduğu dehşeti anlatır. Zola, bu “canavarlığın ülkeyi yüzlerce yıl geriye, dinsel baskılar dönemine götüreceğini”yazar. Dava sırasında ünlü romancı Émile Zola’nın “Suçluyorum” başlığı ile yaptığı savunma sonucu, Fransa kamuoyunda büyük tepki meydana gelir; halk, sokaklarda gösteriler yapar. Fransa’da halkın galeyana gelmesi ve Zola’ nın savunması, diğer ülkelerdede yankı bulur. Émile Zola’nın mektubu yayımlandığında Dreyfus Davası, kamuoyunda büyük bir etki uyandırırken, asıl büyük tepki milliyetçilerden ve basından gelir. Zola, “Suçluyorum” u yazarken suç işlediğinin farkındadır. Basın Yasası’nın hangi maddelerini ihlal ettiğini bildirerek kendini ihbar eder ve “kolaysa beni ağır cezada yargılayın” diye meydan okur. Bakanlar Kurul’nda, Zola hakkında suç duyurusunda bulunur. Basının sürekli kışkırttığı gericiler, Zola’ nın yargılanma süreci boyunca “kahrolsun Zola”, “Yahudilere ölüm”, “hainlere ölüm” sloganlarıyla gösteriler düzenleyip Musevilerin dükkânlarını taşlar. Gerici şiddet önce diğer kentlere, ardından sömürgelere sıçrar; birçok kentte ırkçı gösteriler yapılır, Dreyfus’cü aydınlara ve Yahudilere saldırılır. Cezayir’de çıkan olaylarda yüzden birçok dükkân yağmalanır, esnaftan ölenler olur. Zola, Dreyfus olayında adaletin siyasal nedenlerle gölgelendiğine inanıp, erk emrindeki yargının adalet dağıtamayacağını şu sözlerle haykırır; “eğer siyasal nedenler adaletin gecikmesini gerektiriyorsa, bu kaçınılmaz sonucu daha da ağırlaştırarak geciktiren yeni bir hata işlenmiş olacaktır.” Zola’ nın yargılanması 17 Şubat 1898’de başlar. Savunmasında, orduya hakaret etmediğini, ordunun onurunu asıl zedeleyenlerin “onu savunmak bahanesiyle” hareket eden “bir takım haydutlar” olduğunu söyler. Ancak Dreyfus’a destek çıkan herkesi sindiren Fransız hükümetinin kontrolündeki yargı, Émile Zola’ yı 1 yıl hapis ve 3 bin Frank para cezasına çarptırır. Bunun üzerine İngiltere’ye kaçan Émile Zola, af çıkıncaya kadar ülkesine dönmez. Fransa Devleti ise adeta seferber olup tek vücut halinde Dreyfus’ün suçsuzluğunun ortaya çıkmaması için her yola başvurup, Dreyfus’ün suçsuz olduğunu iddia edenleri Alman casusu olmakla itham eder. Hakikatler bazen o kadar büyüktür ki devlet de olsanız, medya, ordu ve bürokrasi elinizin altında olsa bu hakikatleri hiçbir zaman ilelebet gizli tutmak mümkün olmaz. Bir süre sonra olaylar Dreyfus’ün lehine gelişir. Zola İngiltere’deyken davayla ilgili yeni gelişmeler olur. Binbaşı Esterhazy, kendisiyle çete arasında mektuplar taşıyan kuzeni tarafından ihbar edilir. Dreyfus’ün mahkumiyetinde kullanılan belgelerin askerî istihbaratta görevli bir albay tarafından düzmece bir şekilde hazırlandığı ortaya çıkar. Gerçeğin ortaya çıkmasının ardından, Dreyfus 9 Eylül 1899’ da askeri mahkemede yeniden yargılanır. Ancak; askeri mahkeme, adlî hatayı kabul etmek yerine, Dreyfus’a hafifletici nedenleri dikkate alarak on yıl hapis cezası verir.
20. Yüzyılın başlarında yaşanan Dreyfus olayı Fransa toplumunu o kadar etkilemiştir ki, toplumsal gerginlik, iç çalkantılar ve tansiyon sürekli artar. Toplumsal huzursuzluk karşısında çaresiz kalan Cumhurbaşkanı, Dreyfus’ü affeder. Zola ise, bu affı masum bir insanın yeniden mahkûm edilmesi olarak görür ve mücadelesini sürdürür. 1904 yıllında vatan hainliği suçlamasından da aklanan Dreyfus’ a, aynı yıl yüzbaşılık rütbesi geri verilir, ardından Binbaşılığa yükseltilir ve Légion d’Honneur nişanı ile onurlandırılır. Dreyfus, “Yaşasın Dreyfus!” diye bağıranlara şöyle der; “Hayır, yaşasın gerçek!” Sonuç olarak: 20’inci yüzyılın başlarında, tüm Fransa’da çok tartışılan Dreyfus olayı, adaletin siyasete kurban edilerek yanılmasının çarpıcı bir örneğidir. Her ülkede bazı dönemler Dreyfus’ lar olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Bu olaydan siyasetçilerin, yargının, aydınların, basının, askerin ve toplumu oluşturan tüm bireylerin çıkaracağı dersler vardır. Dreyfus Davası’ndan çıkarılacak en önemli ders; “yargının, siyaset ve bürokratik iktidarın etkisinden tamamen bağımsız olması gerektiğidir”.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.